Basından

Ertuğrul Özkök: Artık ikinci bir milli günümüz var
 

Hürriyet, 11 Mayıs 2000

 Ertuğrul ÖZKÖK


Ben önceki gün ABD'ye uçarken, Ankara'da Çankaya Köşkü tarihi bir toplantıya evsahipliği yapıyordu. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bütün AB ülkelerinde bir tür ‘‘ulusal bayram'' olarak kutlanan ‘‘Avrupa Günü'' dolayısıyla Çankaya Köşkü'nde oldukça geniş katılımlı bir tören düzenledi.

Böylelikle, Türkiye'nin tam üyelik adaylığının Helsinki zirvesinde resmen tescil edilmesinden sonra ‘‘Avrupa Günü'' bir ‘‘milli gün'' olarak Türkiye'de ilk kez, üstelik en üst düzeyde kutlanmış oldu.

* * *

Avrupa Günü, Fransa'nın Dışişleri Bakanı Robert Schuman'ın, 9 Mayıs 1950 tarihinde Avrupa Kömür ve Çelik Birliği'nin kurulmasıyla sonuçlanan ilk Avrupa entegrasyon planını açıklamasının yıldönümü.

Şu nokta ilginç değil mi? Eskiden milli gün denildiğinde, ülkelerin bağımsızlıklarına kavuştukları ya da büyük toplumsal mutabakatların imzalandığı tarihi günlerin yıldönümleri akla gelirdi.

Oysa bugün Kömür-Çelik Birliği'nin kurulmasına, oradan da Avrupa Birliği'ne giden yolu açan bir konuşmanın yıldönümü de pekala milli gün olarak kabul edilebiliyor.

Milli günler, artık sadece ulusların kendilerine güvenlerini vurgulamak, başka uluslara karşı kazandıkları zaferlerini kutlamak için değil, ortak değerlerini simgeleştirmek için de kutlanabiliyor.

Çankaya Köşkü, bu kutlama törenini AB'nin Ankara'daki temsilciliği ile birlikte düzenlemiş. Böyle bir tören düzenlenmesi fikri AB Temsilciliği'nden gelmiş; Demirel de tereddüt etmeden kabul etmiş.

Arkadaşların dikkatini en çok Çankaya Köşkü'ndeki toplantı salonuna yerleştirilen AB'nin simgesi sarı-lacivert balonlar çekmiş.

Çankaya Köşkü, davetli listesinin hazırlanmasını büyük ölçüde AB Temsilciliği'ne bırakmış.

AB Temsilciliği de, Kürt Enstitüsü Başkanı Hasan Kaya, Diyarbakır'ın HADEP'li Belediye Başkanı Feridun Çelik, Leyla Zana'nın avukatı Yusuf Alataş, Mazlum-DER, İnsan Hakları Derneği ve Vakfı yöneticilerini de davet etmiş.

* * *

Davetliler arasında Genelkurmay'dan temsilci görülmemesi, gazeteciler arasında ‘‘Acaba bu konuklara bir tepki mi?'' diye yorumlanmış.

Özellikle Kürt Enstitüsü Başkanı Hasan Kaya'nın davet edilmesi, biraz sıkıntı da yaratmış. Ancak Çankaya Köşkü'nün bu durumu bir krize dönüştürmemek için oldukça esnek davrandığı anlaşılıyor.

Kürt Enstitüsü Başkanı Hasan Kaya da arkadaşımız Hülya Güzel'e ‘‘Çok sevinçliyim. Bu davet beni çok onurlandırdı. Benim davet edilmem bir zenginliktir. Biz Türkiye vatandaşıyız. Burası bizim de yerimizdir'' demiş.

Bence bu tür görüntüleri hemen bir kriz olarak yorumlamak huyumuzu artık yavaş yavaş terk etmemiz gerekiyor.

Bir arada yaşayacaksak, bu tür görüntülere artık alışmamız gerekiyor.

Bu doğrultuda güzel şeyler de oluyor son zamanlarda. Geçenlerde Güneydoğu'da HADEP temsilcilerinin bir şehidin cenaze törenine katılmaları, ardından da güvenlik görevlilerinin bir HADEP'linin düğününe gitmeleri güzel birer başlangıç oluşturdu.

Ancak Avrupalı yetkililerin bu tür davet listelerini hazırlarken buradaki sembolizmi zorlamamalarında da yarar var.

Yani şu soruyu kimseye sordurmamaları gerekir:

‘‘Diyarbakır Belediye Başkanı davetli de, İstanbul, İzmir veya Bursa ve öteki anakent belediye başkanları niye yok?''

* * *

Yine törene dönelim. Demirel'in konuşmasını ABD'de kaldığım otele fakslattım ve altını çizerek okudum.

Demirel, Köşk'te düzenlediği bu en son etkinlikte çok önemli mesajlar vermiş.

Bunların başında, AB'ye tam üye olmak için Türkiye'nin yapmak zorunda olduğu reformlar konusunda sıkça dış baskılardan şikáyet edilmesini eleştirmesi geliyor.

Demirel, şöyle demiş:

‘‘AB'ye tam üye olmak için gerekli standartlara uymak istemiyorsak, bu konudaki irademizde bir eksiklik var demektir. Eğer irademizde samimi isek kendimizi bir an önce her alanda AB çıtasına göre ayarlamamız, hayatın her alanını kapsayacak bir zihniyet değişikliğini gerçekleştirmemiz gerekir. Kaybedecek vaktimiz yok.''

Tersinden okursak, Demirel'in bu sözleri Türkiye'deki pek çok çevreye gönderilmiş anlamlı bir mesaj gibi duruyor.

Demirel, bir taraftan AB taraftarı olan kesimleri harekete geçmeye davet ederken, bir yandan da AB karşıtlarına ‘‘Eğer tam üyelik istenmiyorsa, istemeyenler de bunu açıkça söylesin. Ama kimse tam üyelik hedefinin arkasına saklanıp engelleme de yapmasın'' mesajını veriyor.

Demirel'in konuşmasında demokratikleşme başlığında da kuvvetli vurgular var. Ama benim daha çok ilgimi çeken, yolsuzluklar konusunda verdiği şu mesajlar oldu:

- Yolsuzluklarla kararlılıkla mücadele edilmeli, bu bağlamda OECD ve Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanmış olan sözleşmelere taraf olunmalıdır,.

- Kamu ihalelerinde şeffaflık sağlanmalıdır,

- Özelleştirme tamamlanarak, devlet bankacılık ve sigortacılık dahil ekonomik ve ticari faaliyetten çıkarılmalıdır.

Türkiye'de merkez sağ siyasetin en önemli isminin Çankaya Köşkü'ne ‘‘Devlet yönetiminin menfaat ve nema dağıtılan bir yer olmasına son verilmelidir'' sözleriyle veda etmesinin üzerinde durmak gerekir.

* * *

Ben, bunun çok anlamlı bir veda konuşması olduğunu düşünüyorum.

Çankaya Köşkü'nde önceki gün bu nitelikteki bir toplantının düzenlenmesi Türkiye'nin AB'ye tam üyelik sürecinin artık geri çevrilemez bir doğrultuya girdiğini gösteriyor.

Yeni Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in de Çankaya Köşkü'nün kapılarını bu tür etkinliklere açık tutmaya devam etmesinde yarar var.