Basından

Yeni Kürt edebiyatı'nın atardamarı: Öykü
Radikal Gazetesi, 03.02.2006
Semih GÜMÜŞ


Masalların ve halk hikâyelerinin ortak kültür içindeki yeri, Doğu'da her zaman Batı'da olduğundan bambaşkadır. Kültürün, uygarlığın bilimsel ve teknik uzamı dışında kalmış toplumların sözlü gelenekler içinde uzun süre kalışı, orada masalların ve halk hikâyelerinin tuttuğu yeri daha önemli kılmış, alanını genişletmiştir.
Kürt Öykü Antolojisi'ni hazırlayan Hasan Kaya, yazdığı 'Önsöz'de, "Kürt sözlü edebiyatı içinde yeri büyük, son derece zengin bir anlatı türüdür çîrok," diyor. Kürtçede çîrok, Türkçedeki halk hikâyesi ya da masala yakın bir anlam taşıyormuş. Demek ki Türk sözlü edebiyatı içindeki zengin anlatı türleriyle onların Kürt sözlü edebiyatındaki karşılıkları Anadolu halk kültürü içinde aynı zamanda yan yana yaşıyor. Gelgelelim, Türk edebiyatı ve Kürt edebiyatı ile anadilleri, sözlü kültürden kopup modern zamanlara yöneldikten sonrası tufandı: hep bildiğimiz, önce konuşmadığımız, neden sonra konuşmaya başlayınca da anlamak zorunda kaldığımız, uçurumlarına savrulduğumuz...
Aslında dengbejlerin taşıdığı sözlü edebiyat ile Kürt toplumlarında 20. yüzyılın başlarında gelişmeye başlayan yazılı edebiyatı da birbirinden ayırmak gerekir. Yazılı kültürün kendini ete kemiğe büründürmekte gecikmesi, dengbejlerin sözlü anlatılarını olması gerekenden daha çok öne çıkarmış, ama bu gelenek, kendi sınırları ötesinde yeni bir edebiyat gerçekliği yaratamamıştır.
Kürtçenin oldum olası yasaklı oluşu yüzünden yaratıcı yazıyla tanışmakta geç kalmasıysa, ona edilmiş en büyük haksızlık olmuştur. Gazete ve dergilerin kullanmalık dili ya da siyasal dil içinde üretilen, ama bu kısır döngü içinde yalnızca kendini yineleyen Kürtçe, ne yazık ki bir edebiyat dili olamadığı için, sınırlı bir dönem dışında, günümüze belirgin bir iz bırakacak etkinliğe ulaşamamıştır.
Düşünün ki, Anadolu'da yaratıcı yazının ürettiği 'yeni Kürt edebiyatı'ndan söz etme fırsatları bile ancak son on yıl içinde ortaya çıktı. On yıldır Kürtçe edebiyatın tohumları atılıyor: yeni, genç, kaynaklarını tanımaya çalışan, hangi yataklarda akacağına tam karar verememiş... Bu yeni edebiyat su yolunu bulamadan denize kavuşamaz ve denize kavuştuğu yerde delta yapmayı başaramazsa, sonunda kurumaya yüz tutabilir ki, şimdi bu akarsunun yönlendirilme biçimini tartışma zamanıdır.
Şu sıralarda yayımlanan kitaplar ve yürütülen tartışmalar suyu doğru yollara yönlendirmeyi amaçlıyor. Benim gibi Kürt edebiyatına uzak, ama edebiyatın geçmişten bugüne izini süren birinin anlama çabası sonunda çıkardığı tez, 'yeni Kürt edebiyatı'nın düzyazı temelinde, o temelde de öykü sacayağı üstüne kurulacağıdır.

Kitap sayısında artış
Bu kanımın elle tutulur birinci nedeni olan somut ürünlerin sayısının son yıllarda nasıl arttığını, Hasan Kaya'nın, bana kalırsa gerçek bir hazine değerindeki Kürt Öykü Antolojisi'ni okurken görüyoruz. Öyküdeki verim artışı ve yayımlanan ürünlerin niteliğindeki yükseliş, bugün dünden daha elle tutulur bir bütünlük ortaya çıkarmaya başladı. Bir de elbette Mehmed Uzun'un yazdığı, Anadolu'da oluşan 'yeni Kürt edebiyatı'nın övüncü romanlar var.
Kürt Öykü Antolojisi'nde, İran, Irak, Suriye ve Kafkasya'da yaşayan ve ortak kültürün parçası olsalar bile, Anadolu'nun Kürt edebiyat geleneği içinde bulunmayan öykücülere de yer veriliyor. Doğrusu, bizim tartışma gündemimizin Anadolu'da yaşayan, gelişme sancıları yanı başımızda çekilen 'yeni Kürt edebiyatı' ile ilgili olmasını yeterli görüyorum. Çünkü bu düzeyde tartışılacak konu ve çözülmesi gereken sorun yeterince var.
Bu yüzden beni öncelikle Bavê Nazê, Dılbıxwîn Dara, Fawaz Husên, Ferhad Pîrbal, Hesen Qızılcî, Jan Dost, Kamîran Haco, Perwîz Cîhanî'nin değil de, Çıya Mazî, Enwer Karahan, Hasan Kaya, Hesenê Metê, Kamran Bedır-Xan, M. Alî K., Ronî War, Sedat Yurtdaş, Yaqob Tılermanî gibi Türkiye Kürtlerinin öykülerini çözümlemek, bugün bulundukları yeri görüp geleceklerine ilişkin öngörülerde bulunmak ilgilendiriyor.
Kürt Öykü Antolojisi'nde henüz olgunlaşmadıkları belli olanların yanı sıra, belki çevirinin yeterli olmaması yüzünden niteliklerini Türkçede tam açığa vuramayan öyküler de var. Gene de şimdi doğuşunu izlediğimiz 'yeni Kürt edebiyatı'nın oluşumuna önemli katkılar yapacaklarını düşündüğüm öyküler ve öykücüler çoğunlukta.
Çıya Mazî'nin (1960) 'Kapı Önündeki Hatıram' öyküsü bana Sait Faik'i hatırlattı ki, böyle öyküler yazılması bile yeterince önemli bir olguyla karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Kısa, yer yer soyutlamalara açık tümcelerle, günlük hayatın anlarıyla ilgili öyküler yazmak, siyasal görevlerle kuşatılmış bir edebiyatın hangi güçlüklerle karşı karşıya olduğunu da düşünürsek, atlanmaması gereken bir değerdir.
Enwer Karahan'ın (1962) 'Av' öyküsü Antoloji'nin en güzel öyküleri arasında. Siyasal güdülerin dışında, ama hem sıradan hayatın akla gelmeyecek ayrıntıları üstüne kurulup hem de Kürt insanının gerçekliğine dolaysızca bağlı kalan öyküsünde, Enwer Karahan'ın anlatım biçimini, dilini de örnek göstermekte elbette yarar var.
Hem geleneksel biçim içinde yaratılmış, hem de yeni olmayı başardığı için örnek gösterilecek bir başka öykü de M. Alî K.'nın (1964) 'Kelle Paça'sı.
Yaqob Tilermanî (1972) ötekilerden daha çok tanıdığım, öykülerini yakından izlediğim yazarlardan. 'Emzirilen Mezar' öyküsü gene çektiğimiz çizginin üstünde. Tilermanî'nin önemli yanlarından biri de, Kürtçe metinler yazmanın yanı sıra, yeni Kürt edebiyatının örneklerini Türkçeye kazandıran az sayıdaki çevirmen arasında oluşu. Edebiyatı siyasal bağlarından önce yazınsal değerler içinde gören tutumu ve Kürt ve Türk edebiyatı üstüne içerden değerlendirmeleriyle de genç yazarlar arasında ayrı bir yerde duruyor.

Çeviri sorunu
Kürt Öykü Antolojisi'nin eksiklerinden biri çevirilerin yeterince olgunlaşamaması. Bunda ayrı dil ailelerinden gelen iki dil arasındaki uyumsuzluğu çözecek birikimin tamamlanamaması kadar, yepyeni sorunlara çözüm getirecek yetkinlikte çevirmen olmamasının da payı var. Bu birikim yüzyıllık yasak içinde elbette oluşamazdı. Antoloji'de yazarların doğum tarihlerine göre değil de, alfabetik sıralanması da yanlış olmuş. Bu sıralama karışıklık yaratırken kuşakları ve dönemleri birbirinden ayırma güçlüğü çıkarmış.
Kürt Öykü Antolojisi'nin anlamı elbette bunların ötesinde. Tarihsel bir belge, durum saptaması, 'yeni Kürt edebiyatı'nın kendini görebileceği bir ayna, yukardaki basamaklara çıkmak için nirengi olarak alınması gereken bu kitabın anlamını Kürt kökenli genç yazarlar değerlendiriyorlar mı? Çünkü burada doğum sancılarını yaşayan 'yeni Kürt edebiyatının nereye ve nasıl yöneleceği konusundaki kararsızlıklara da ışık tutuluyor.

Önce öyküyle başlansın
'Yeni Kürt edebiyatı'nın atardamarının öykü olmasını önerirken, öykünün türe ilişkin özelliklerinin bu gelişimin taşıyıcısı ve en uygun zemini olacağı konusunda kendimce kesinleşmiş bir öngörüm var.
Özellikle 1900'lerden sonra karşılaştığı kültürel baskılar yüzünden Türkçe, Farsça, Arapça kadar gelişme fırsatı bulamayan Kürtçenin, hem de şimdi bir edebiyat dili olarak gelişmesini ancak düzyazının olanakları içinde yaşayabileceğini düşünüyorum. Bu aracın şiir olması kolay değil, belki olanaksız. Çünkü bugün şiirin soyutlamaya, indirgemeye, yoğunlaştırmaya dayalı dil biçimi bir gelişmeye öncülük etmeye değil, gelişmiş olanı daha ileri götürmeye yatkın. Roman da yeterince gelişmemiş bir dil içinde yüreklendirici değil, cesaret kırıcı olabilir ki, romancıların bir elin parmakları kadar olmayışı da bunu gösteriyor.
Oysa öykü, hem kısa düzyazı metinleri olarak daha çok sayıda yazar adayınca denenmeye çok açık olması, hem de yetenekli yazarların yaratıcılıklarını kolayca sınayabilecekleri, yenilikleri deneyebilecekleri bir yazınsal uzam yaratması bakımından, tutunacak güçlü bir daldır.
Yüz yıldır yaşadığı varoluş sancılarını hâlâ dindirememiş bir edebiyatın seferberlik çanlarını öykünün çalması, köktenci ve geleceğe büyük katkılar bırakacak kararlardandır. Üstelik öykü şimdi de en çok denenen tür olarak koşuyu önde götürüyor. Kürtçenin gelişkin bir edebiyat dili olması için daha çok zaman gerekiyor elbette, ama öykü oraya giden hem en kısa yol, hem de ana yoldur.
Öykü, 'yeni Kürt edebiyatı'nın atardamarı, öncüsü olsun; yeni yazarlara, "Önce öyküyle başlayın," densin ve bu genç edebiyat siyasal kaygı ve yükümleri bu dönem içinde bütünüyle atıp yalnızca edebiyatın yazınsal değerleri içinde bir yaratma seferberliği içine girsin ki, bir sonraki dönemden geriye dönüp baktığında bugünü kendi rönesansı olarak görsün...