Basından

Kürtler ve MİT ilişkisini Elçi'den dinleyin

Radikal Gazetesi, 07.11.2012
EZGİ BAŞARAN


'Devletin sahibi değişiyor, dili ve zihniyeti aynı' argümanına 5 yıldızlı dayanak bu hikâye.

Kürt siyasi hareketinin en önemli figürlerinden Şerafettin Elçi’yle yapılmış bir nehir söyleşi kitabı piyasaya çıkacak. Hasan Kaya, bu uzun ve çok kapsamlı söyleşi için Elçi’yi zor ikna etti, sonunda Elçi’nin tedavi sürecinde, hastanede başladılar ve çok şükür bitirdiler:

“Doğu’nun Elçisi’nden Yüce Divan’a” böyle oluştu. Elçi, çocukluğunu, üniversite yıllarını, aşkını, evliliğini, hapishane günlerini, bakanlığını, “Kürtler vardır ve ben Kürt’üm” demecinden bugüne nelerin değiştiğini, nelerin değişmediğini samimiyet ve doğallık içerisinde anlatmış. Ben kitabın ilgimi çeken MİT’le ilgili bölümünü aktarmak istiyorum:

MİT, Anter’e verdiği sözü tuttu

Yıl 1972, Mart. Elçi ve Musa Anter dahil birçok Kürt 12 Mart darbesinden sonra hapiste:

Musa Anter’i idareden çağırdılar, gitti. Akşamdan sonra geç vakitte geldi. Gelince de bizi  toplayıp “Bugün beni MİT’e çağırdılar, gittim. Ankara’dan Kürtçülük Dairesi’nden sorumlu bir general geldi. ‘Musa Bey’ dedi, ‘bir olay olmuş, sizi içeri almışız. Ama biz işin tatlıya bağlanmasını istiyoruz. Sizin çocuklar da Avrupa’da, Türkiye’nin aleyhinde epey propaganda yapıyorlar. Sen bunlara bir mektup yazsan, Türkiye aleyhtarlığı faaliyetlerini durdursalar, biz de yavaş yavaş buraları boşaltmaya çalışsak’. ‘Ben şimdi kalksam sizin dediğiniz mealde bir mektup yazsam, benim çocuklar bunu sizin aleyhinize kullanırlar.’ (Yalnız Musa’nın çocukları değil, Musa’nın kardeşi Hasan’ın çocukları da Avrupa’daydı.)

‘İçeride babamıza işkence yapmışlar, zorla böyle bir mektup imzalatmışlar’ demezler mi? Siz bizi serbest bırakınca zaten hava yumuşayacak, biz de çocuklara haber veririz. Onlar da bu faaliyetleri durdururlar. ‘Mademki ortalığın yatışmasını, yapılan hataların düzeltilmesini istiyorsunuz. İlkin bir adım atın, sonra biz de yardımcı oluruz’ dedim ve o şekilde anlaştık. Yakında bizleri tahliye etmeye başlayacaklar” diye anlattı. Hakikaten kısa bir süre sonra Musa tahliye oldu. Musa’dan sonra başkaları da tahliye oldu. Tahliye olduktan sonra MİT Musa’ya şöyle diyor: “Elimizde arananların listesi var. Sana söz, mahkemeye verilenlere karışamayız ama aranıp da aleyhine dava açılmayanların hiçbirisinin aleyhine dava açmayız. İfadelerini alır göndeririz. Bunlar gelsin.” Aynen MİT’in dediği gibi Musa gitti, arananları Siverek’ten, Viranşehir’den, şuradan, buradan kafileler halinde getirdi. MİT de verdiği söz doğrultusunda bu insanları bir gece bekletip ifadesini aldıktan sonra serbest bıraktı.

Siz Kürtler daha çok şey istersiniz

Elçi’nin kitaptaki sözlerinden Musa Anter’in MİT’le görüşmeye devam ettiğini fakat her görüşmeden sonra olup biteni Elçi, Tarık Ziya Ekinci, Canip Yıldırım ve Naci Kutlay’ın aralarında bulunduğu bir gruba harfiyen anlattığı görülüyor. Zaten Elçi de şunu vurguluyor: “Musa Anter gizli saklı bir şey yapmıyordu.”

Elçi’nin bu olaydan MİT’le ikinci karşılaşması, tahliye olup çıktıktan sonra yine Musa Anter aracılığıyla oluyor:
Bir gün Musa “MİT Başkanı Albay bana ‘Bu Kürtlerin ileri gelenleriyle görüşmek istiyorum. Devlet olarak meseleyi anlamak, Kürtlerin taleplerini tespit etmek istiyoruz’ dedi. Seninle de görüşmek istiyor” dedi. “Musa Abi” dedim, “ben şimdi MİT’le ne görüşeceğim?” “Sen kendine güvenmiyor musun” deyince, “Kendime tabii ki güveniyorum” dedim. “Ne olacak, düşman devletler bile görüşebiliyorlar. Görüşürsün, düşüncelerini açıklarsın” diyerek beni ikna etti.

Musa randevu aldı, gittim. Albay gayet efendice, kibar bir tarzda karşıladı. Oturdum, sohbet edip meseleleri konuştuk. Hatırladığım kadarıyla kültürel alandaki meselelerimizi söyledim. Albay “Bu olayların yatışmasını istiyoruz. Onun için Kürtler ne isterler, ne talep ederler bilelim dedik” dedi. “Bu iş kolay, Kürtlerin dilleriyle radyo-televizyon yayını olsun, gazete, dergi çıksın, serbest konuşsunlar, yeter” dedim. Albay şöyle cevap verdi: “Şerafettin Bey, emin olun, biz sizlerin bunlarla yetineceğini bilseydik bu hakları verirdik. Fakat endişemiz var. Biz bu hakları verdikçe siz peyderpey daha başka haklar isteyeceksiniz, sonu da ayrılmaya gidecek.”

* * *

Görüldüğü üzere devletin Kürtlerin hak taleplerine bakışı 40 yıl önce neyse bugün de maalesef aynı. Dilinizi, kültürünüzü, kimliğinizi özgürleştirirsek daha neler istersiniz minvalinde. Devletin sahibi değişiyor, dili ve zihniyeti değişmiyor argümanına beş yıldızlı dayanaktır bu hikâye.

Teşhisi koyarız delili sonra buluruz

Değişmeyen sadece bu da değil. “Suçla-hapse at kurtul, delilleri-tanıkları sonradan şey ederiz” şeklinde özetlenebilecek siyasi yargılamaların bugün KCK davasında, dün 12 Eylül’de, 12 Mart’ta nasıl uygulandığını hatırlamak için yine Şerafettin Elçi’yi dinleyelim:

Benim davamda aleyhimdeki tek delil dört tane mektuptu. Mektuplar güya Irak Kürdistan Bölgesi yöneticilerinden Îsa Siwar, Esat Xoşewî, Ali Şingalî, Eliyê Xelîl tarafından yazılmış ve bana yapacağım işler hakkında talimat vermişmiş. MİT Bölge Başkanı’yla görüşmemde, “Sayın Albayım” dedim, “burası mahkeme değil, ben bunu kendimi savunmak için de söylemiyorum. Dava açılmış, sürüyor zaten. Ama bir gerçeği bilmeniz için söylüyorum. Bu mektuplar kesinlikle yalan. Bu yalanı ya para sızdırmak için ajanlarınız uydurdu veya siz kendiniz uydurdunuz ki bu çok yanlış bir şey.” Albay, “Şerafettin Bey, bizim için önemli olan bir adama teşhis koymaktır. Biz teşhisimizi koyduktan sonra istersek belge de şahit de uydururuz” dedi.

Aynen böyle. Gerekirse belge de şahit de uydurabiliyorlar. Yani orada açık bir şekilde aleyhimdeki delilin tamamen uydurma olduğunu bir şekilde itiraf etti.”

**Doğu’nun Elçisi’nden Yüce Divan’a ŞERAFETTİN ELÇİ, Hasan Kaya, Fanos Yayınlar