Basından
Yeni Kürtçe Öyküler ve Düşler
www.mirbotan.com web, 01.01.2006
İSTANBUL- İlk Kürtçe öykü ne zaman çıktı? Ve ardından nasıl gelişti? Ya da gelişebildi mi?
Bir yazıya soru cümlesiyle başlamak, ortada derin bir muammanın varlığına işaret ediyor aslında. Ve doğru bir tespit...
İlk Kürtçe öykü 1912 yılında dergisinin eski sayıları yeniden basıldığında ortaya çıkmış. Ama iki bölümlük olduğu anlatılan yalnızca öykünün ilk bölümüymüş. Haliyle tam bir öykü 1925 yılında Cemil Saib; (Uykumda) adlı öyküsü olmuş. Bu öykü dergilerinde tefrika edilmiş. Ve yazılan bu ilk öykülerin ortak teması, Kürt halkının yabancı boyunduruktan kurtulmak için verdiği mücadele; savaşta kahramanların gösterdiği yiğitlikler, toplumun ve özellikle de kadın ve çocukların çektiği acılar olmuş.
Kürt öykücülüğü hakkındaki bu bilgiler bizlere çok yeni ve heyecan verici aslında.
Sözsel anlatım gücünün bir sonucu olarak ortaya çıkan ve her geçen gün kendini yaralarından kurtararak iyileştiren Kürt öykücülüğü, yeni bir kitapla okurların karşısına çıktı.
Bu yazıda asıl konu bu kitap.
İstanbul Kürt Enstitüsü başkanlığını da yapmış olan yazar Hasan Kaya, 42 Kürt yazarın öykülerini Kürtçeden Türkçeye çevirerek, öykü yaşamına yeni bir derinlik katmış oldu.
90’lı yıllara kadar Kürtçenin maruz kaldığı tüm uygulamalardan nasibini alan öykücülüğümüz, bu baskı ve uygulamaları da edebiyata çevirme olanağına kavuştu süreçle birlikte. Hasan Kaya’nın seçmesiyle okurla tanışan Kürt Öykü Antolojisi (Evrensel Basım Yayın, Kasım 2005, İst.) içerisinde yer alan öykülerin büyük bölümü zincirlerini kırmış, özgürlük ve kültür kazanımını da konu almış.
Türk öykücülüğünde fikri derinliği yaşanan siyasetle sabit anlatımların biraz dadiye tanımladığımız çizgisi, Kürt öykücülerinde hemen neredeyse yer almıyor. Yakın tarihin, enfallerin, asimilasyonun ve savaşın tüm huylarının; bedende yarattığı tahribatı, ruh dünyasındaki etkilerini bu öykülerde koklamak olası.
Bacağını arayan asker, diplomasını bir yana bırakarak kendini yaratmak isteyen diş hekimi, Batman’daki intiharları es geçmek istemeyen sosyolog, kabrinden doğrulup İblis ile konuşan yazar, erkek kardeşlerinin okuması için halkı tezgâhında yaşlarını büyütmeye çalışan kızlar ve diğer tüm düş koklayıcıları, bizim uzağımızdaki sınırın içinde kalan ve anadili ile konuşup yazma özgürlüğünü kendileri yaratan, nüktedanlığı, edebi ölçüyle harmanlayan bir zenginliğe sahip bu öykülerin kahramanları yalnızca... Güçlü bir psikolojik kavrama, anlatımdaki sadelik ve espri, Kürt öykücülüğünün bu işe hiç de geç kalmadığını anlatıyor bize.
Edebiyatta dalın kırılganlığını yaşayan ve o zayıf süreci geride bırakan Kürtçe, yeni soluk, yeni dimağ ve hayal güçleriyle bize yarınlardan umutla söz ediyor. Yeni ve taze Kürtçe soluklar, coğrafyada görünen ve görünmeyen tüm yaraları, ara sokaklardan toplayıp ana caddeye çıkarıyor.
Kendisi de bir öykü yazarı olan Hasan Kaya, basın yayın faaliyetleri dışında neredeyse Kürtlerin dillerini öğrenebilecekleri bir araç olmadığını söylerken, yasaklı dönemlerde sınırlı olarak yayınlanan Kürtçe gazete ve dergilerin aynı zamanda Kürtçe öğrenilmesine de olanak tanıdığına dikkat çekiyor, kitabın önsözünde.
Yaşanan tarihsel kopukluğun sonrasında ürünlerini fikir ortamının her alanında vermesi beklenen Kürtçede, öykücülük de bu antoloji ile derin ama tazelenen bir damarın varlığını müjdeliyor adeta.
Zengin sözlü anlatımın kâğıtla buluştuğu tarihin eski ama eserlerinin yeni olması da öykücülerin işlerini kolaylaştırmış bir bakıma. Modern Kürt edebiyatının yapı taşını da oluşturacak olan bu öyküleri bir araya getirme amacını, “Türkçe okuruna Kürt öykücülüğünün dönemlerini, belirli bir konuda yazılmış olanları, tarzları sunmak değildir. Temel amaç, Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Kafkasya’da yaşayan Kürt öykücülerinin birer öyküsünü Türk okuruna sunmaktır” diye açıklıyor Hasan Kaya.
Kaya, antolojide yer verdiği öyküleri seçerken epeyi zorlandığını ancak bu antolojinin bir cilt olarak sınırlı kalmayıp, daha da genişletilmeye uygun bir yapıdan beslenebileceğini söylüyor.
Kürt dilinin yasaklı ve saklı kaldığı zamanlarda susan kalemler, şimdi bir bir kâğıda sarılıp, düşlerindeki taşları döküyorlar ortaya. 43 yazar ve 43 öykü...
Celadet Ali ve Kamran Bedir-Xan’dan 1980 doğumlu Sidar Jir’e dek her yaştan yazarın bir öyküsüyle dâhil olduğu antolojide, yazarların gerçek ve gerçeküstü kurguları, yaşanmışlıkları anlatımları Kürtçedeki renkliliği ifade ediyor.
Çoğu Türkiye Kürtlerinden de olsa yazarlar, Kürtçeyi düşünmek ve yazmak gibi bir eğilim içinde olmaları ile sınırın diğer tarafındaki Kürtlerle olay ve olgu psikolojisinde ortak görünüyorlar. Savaşın yaşanmışlığı edebiyatta tek tip konu başlığı gibi görünse de, yara alan yalnızca insanlık değil, onlara ve kültürlerine ait değerler, geleneksel yapılardır.
İşte tüm bu öykülerin varlığıyla, 1800’lü yıllar ile 2000’li yılları yani iki yüzyılı da karşılaştırma şansına sahip oluyoruz.
ÖYKÜLERDEN
Dinlenmek için çayhanedeki küçük bir iskemleye oturup, arkamı yaslanmıştım ki, birden sağ ayağımı kışlada unuttuğumu anımsadım. Yaşamım boyunca hiçbir yerde unutmamıştım ayağımı. İlk kez böyle bir şey başıma geliyordu. Tam kalkıp gidecekken güneyli siyah bir Arap olan çaycı, çayhanenin kapısında şaşkın şaşkın sordu:
-Gidiyor musun?
-Görmüyor musun?
-Neyi?
-Sağ ayağımı kışlada unutmuşum, dedim.
Gülerek sordu:
Ne kadardır askersin?
-Yalnızca iki aylık, dedim.
-Haklısın, henüz alışamamışsındır, dedi. (Ferhad Pîrbal, Firari, syf: 70)
****
Günlerden bir gün İblis’in içi daraldı, kendi kendine mezarlığa uğrayıp ölülerden birini uykudan uyandırayım da şöyle bir sohbet edeyim dedi. Düşündüğünü yaptı. Bir yazarın kabri başında dikilip ona seslendi:
-Hey! Bana kulak ver, kalk!
Mezardan kaba bir ses yanıtladı:
-Neden kalkacakmışım mezardan?
-Kalkmalısın!
-Sebep?
-Söyle bakalım kimsin?
-Beni tanıyorsun sanırım.
-Türk vali mi?
-Ha, ha, ha... Hayır, değilim.
-Belki de askeri komutansın?
-Hayır. Yine çıkaramadın.
-Ne bileyim sen söyle kim olduğunu.
İblisim!
-Ha, öyle mi, peki hemen geliyorum öyleyse. (Kamuran Bedir-Xan, Yazar, syf:136)
Savaşın ve öncesinin ruh hali gelip edebiyatın yasaklı bir dille zorlanan kapısına dayanıyorsa ve bu o dilin kendini öykü alanında da anlatması için yeterli bir gerekçe yaratabiliyorsa, orada gerçek bir anlatıcı ustalığından söz edebiliriz işte.
Hasan Kaya’nın seçkisinden yukarıya aldığım iki örnekten biri 18. yy, diğeri de 20. yy doğasıyla yazılmış.
Gerçeküstü bir ifade gibi görünse de bacağını arayan askerin travmasıyla birlikte var olduğu yeni yaşam biçimi, şu an ciddi bir kesimi ilgilendiriyor.
Bave Naze, Celadet Ali Bedir-Xan, Cemil Oğuz, Çiya Mazi, Deniz Gündüz, Dılbixwin Dara, Enwer Karahan, Fawaz Husen, Felat Dılgeş, Ferhad Pirbal, Fewzi Bilge, Fırat Ceweri, Hasan Kaya, Helim Yusiv, Hesen Silevani, Hesene Mete, Hesen Qizilci, H.Kovan Baqi, Jan Dost, Kamiran Haco, Kamran Bedir-Xan, Lokman Polat, M.Ali K., Mustafa Acar, Nuredin Zaza, Perwiz Cihani, Pir Rüstem, Qedrican, Rahmetullah Karakaya, Recep Dildar, Roni War, Sima Semend, Şahine Bekire Sorekli, Tori, Tosine Reşid, Sedat Yurtdaş, Suut Kılıç, Rıdvan Karaaslan, Roşan Lezgin, Serferaz Neqşebendi, Sidar Jir, Yaqob Tilermani ve Yıldız Çakar’ın dört bölgeden öykülerine yer verilen antoloji; yaralar, yazarlar ve dilin saklı damarlarında gezinen hayatlarla buluşmak için iyi bir durak...