Ropörtajlar

KÜRT SORUNU VE BEDİÜZZAMAN
Münazarat Ekseninde Milliyet Fikri ve Demokrasi Konferansı tebliğidir.

İşin doğrusu ben buraya daha çok bir dinleyici olarak gelmek istedim. Üstad Bediüzzaman’ı anlatabilecek, irdeleyecek, eserlerine yorum getirebilecek bir müktesabata sahip olduğumu peşinen söylemek isterim. Bunu mazeret veya alçakgönüllülük olsun diye de söylemiyorum.

Fakat bir şey daha var ki onu da rahatlıkla söyleyebilirim. Eğer “Münazarat Ekseninde Milliyet Fikri ve Demokrasi” konusunu tartışacaksak, ister istemez Kürt sorunu etrafında dönüp dolaşacağız. İşte bu noktada nacizane kendimi bir nevi olayın öznesi durumunda görüyorum. Lakin çocukluk yıllarımdan beri kendimi bu meselenin içinde buldum diyebilirim.

KÜRT SORUNU İLE İLGİLENME SÜRECİM

Benim Kürt Dili ve Edebiyatı ile ilgili çalışmalarım lise yıllarına dayanır. Liseyi okurken bu konuya özel bir ilgi duyuyordum. Zaten lise yıllarındaki ilgim beni edebiyat okumaya yönlendirdi. Üniversite okurken kendi çapımda çeviriler yapmaya başladım. Özellikle Mardin İli hakkındaki kitaplarıyla ilgileniyordum. Üniversiteyi bitirdikten sonra da İstanbul da Kürt Enstitüsündeki bazı insanlarla tanıştım. Onlar benim çeviriye olan ilgimi biliyorlardı. Bu sebeple beni 1995 yılında Kürt Enstitüsünde başkanlığına seçtiler. 2003 yılına kadar orada çalıştım.

Bu yıllar içinde folklorik denemeler yaptık. Yüz sene evvel, medreselerde Kürtçe diliyle söylenmiş, fakat Arap harfleriyle yazılmış el yazması edebiyat metinlerini tercüme yaptırdık.

Bazı kurs hizmetleri verdik. Kürtçeden Türkçeye, Türkçeden Kürtçeye bir Lügat hazırladık. İçeriği dil ve edebiyat ağırlıklı olan ilmi bir dergi çıkardık.

Yayına hazırladığımız Lügat elli bin kelimeden oluşuyordu. Fakat bu maddelerin ne kadarı Kürtçe, ne kadarı Arapça, ne kadarı Farsça onu bilemiyoruz. Çünkü o apayrı, çok hummalı ve detaylı bir çalışmayı gerektiriyor. Ayriyeten çok fazla zaman alacak bir çalışma…

Lügatin dışında benim Kürtçe dilinde yazılmış bir öykü kitabım, bir deneme kitabım, bir de şiir kitabım mevcut. Öte tarafta Türkçe kaleme aldığım, Kürt Öykü Antolojisi isimli bir çalışmam daha var. Bunların yanı sıra zaman zaman yayınlanan makalelerim oldu. Ulusal veya Uluslararası birçok seminerlere katıldım. Yani özetle enerjimin çoğunu dil, kültür ve edebiyatla ilgili çalışmalara ve bunların gelişmelerine yönelik uygulamalara harcadım. Tıpkı bir sivil toplum örgütü gibi, İstanbul da faaliyet gösterdik. Çünkü ilgi çekici bir kurum olduğu için, yurt dışından birçok heyet bizi ziyarete geliyordu. Konsolosluklar, büyükelçilikler vs…

Biz İstanbul Kürt Enstitüsündeki başındayken, kurumu politize etmemeye çalışıyorduk. Yaptığımız iş Türkiye’nin genel konumu gereği biraz politize bir işti. Fakat biz siyasi görüşü kendimize esas yapmadık. Mesela Türkiye dışından gelen heyetlerin hiç birinin sorularını ırkçılık veya ayrımcılık yaparak cevaplamadık. Yani bu yaptığımız işi, tamamen bir meslek olarak yaptık. Türkiye’de bu işi yöneticiler ihmal etmiş olabilir, ama ülke hepimizin ülkesi. Bu işi gönüllü olarak yürüttük.

Biz o senelerde iki üç arkadaş beraberce Kürt dilini tanıma amacıyla toplandık. Türkçe-Kürtçe-İngilizce küçük bir kitap yayınladık. Sebebine gelince şöyle anlatayım: O zaman diliminde çok tartışmalar vardı. Mesela Kürtçe bir dil midir? Ya da hangi dil gurubuna giriyor? Kaç tane lehçesi var? Gibi…

İşte tüm bu soruların cevabını bulmak adına kendi çapımızda bir çalışma yaptık. Tabii ki mevcut kaynakları ve gözlemlerimizi kullanarak gerçekleştirdik bu çalışmayı…

KÜRTÇE BİR DİL MİDİR?

Ulaştığımız sonuca göre Kürtçe bir dildir. Fakat tekâmül etmemiş bir dildir. Yani 1850 yıllarından sonra meydana gelen Sanayi Devrimi sırasında birçok ulus Osmanlıdan kopmaya başladı. Ama Kürt toplumu hep birlikte yaşamayı esas aldı. Bu toprakları yurt olarak kabul etti. Diğer azınlıkları da ümmetle kardeş olarak gördüğü için, öyle bir ayrılmada olmadığı için Türkiye’den kopmadı.

Fakat sanki Üniversiteler Kürt dilinin gelişmesi olayını görmezden geldi. Sanki böyle bir topluluk yokmuş gibi davrandıkları için, bu işin okulu, öğretilmesi vs gibi durumlarda olmadığından, doğal olarak dil gelişmedi. Dil gelişmeyince, insanlar bunu dışarıdan karşılamaya başladılar. Bu sefer iş çok siyasallaştı. Çok fazla siyasallaşınca da insanlar, Kürt dilinin gelişmesi konusuna el atmaktan korktu. Biz bile Kürt Enstitüsünde bu anlamda çok sıkıntılar çektik.

Mesela Türkiye’de Hititoloji, Sümeroloji gibi değişik, duyulmamış birçok alanda çalışmalar yapan bir profesör, yüksek miktarlarda maaş alıyor, yurtiçinden ve dışından birçok yere davet ediliyor, ödüllere layık bulunuyor, onure ediliyor. Altında makam arabası oluyor, vesaire… Bu çok normal karşılanıyor. Fakat böyle bir profesör bile bize şu gözle bakıyor; “Acaba bir amaç için mi, bölücülük olsun, ırkçılık olsun diye mi bu işi yapıyorlar?” Acaba böyle çalışmaların içinde miyiz? Hayır, biz de kendi çocuğumuzun nafakasından fedakârlık ederek, yeri gelince kendimizden bir şeyler katarak çalışmalarımızı yürütüyorduk. Hatta riskli bir iş yaptığımız bile söylenebilir.

Benim babama Nusaybin de Seyyid Nuri derler. Kendim de sekiz göbekten seyyid kökenli bir insanım. Müslüman bir ailenin içindeyim elhamdülillah. Yani ben Kürt dili ve edebiyatı alanında kendimce eksiklikler olduğunu tespit etmişim. Durumdan vazife çıkarmışım. Bir insanlık görevini yerine getirmeye gayret sarf etmişim. Bunun dışında başka bir amacım olamaz. Yani Kürtler diğer milletlerden daha iyidir, daha üstündür demek gibi bir amacım yok. Hani klasik olacak ama derler ya, Kürt olmak ister misin? Diye belki de olmam, belki de olurum… Aşırı değiliz bu konuda. Türkiye’de yaşayan herkes gibi, bir Laz kardeşim gelsin onu çok seviyorum. Ya da Arab'ı, ya da Çerkez'i hiç fark etmez. Yani çalışmaların amacı başka şeyler değil, tamamen dille alakalı…

SAİD NURSİ VE HÜZÜNLÜ FOTOĞRAFIN ANLAMI

Annem küçükken babası İran’a ilim tahsil etmekten dönüp Van’ın Muradiye şehrine gelirken orada vefat etmiş. Biz küçükken annem hep anlatırdı bu hadiseyi. Daha sonra ilkokul çağına gelip Batman’a gittiğimde medrese mezunu olan dayımın evinde bir dizi kitap görmüştüm. Kırmızı meşin kaplı ve simli bir dizi kitap… Yanında da hüzünlü, acı çekmiş olduğu belli olan bir fotoğraf… Çocuk aklımda kalan buydu.

Üniversite yıllarından sonra: “Said-i Kürdi, Said-i Kürdi” diye bir isim duymaya başladım. Mezun olduktan sonra, kültürel faaliyetlere başlayınca etrafımdaki birçok insandan Said Nursi’ nin hayatına dair, kendisine, kişiliğine dair birçok şeyler duydum. Çok fazla anlatılıyordu. Anlatanlar Said Nursi’nin hayranı olan, onu çok seven kimselerdi. Fakat talebelerine karşı büyük bir tepkileri de vardı bu kişilerin. Çok büyük bir zattır, çok büyük bir âlimdir, vatanını da çok sever, fakat eserleri tahrif ediliyor diye anlatırlardı. Said Nursi hakkındaki bilgilerim bu şekildeydi.

Daha sonra ben Ankara’ya yerleştim. Ve kendiliğimden tamamen yakınlarımın vasıtasıyla, Said Nursi’nin eserlerini okumaya karar verdim. Önce biraz Risale-i Nur okudum. Daha sonra Bediüzzaman’la alakalı makaleleri okudum. Böylelikle geçmişteki bilgilerimdeki yanlışlıkları düzeltme imkânım oldu. Said Nursi hakkındaki bilgilere direkt olarak ulaştığım için, sorularımın cevaplarını da bulmuş oldum. Ben de oluşan en güçlü duygu, o çocukluk yıllarımda gördüğüm fotoğrafa yüklediğim anlam oldu. Yani sanki bütün insanlığa karşı bir endişe içersinde, hani bir babanın çocukları perişan olacak da, oda bunun tedirginliğini yaşıyor gibi…” Bu duygularla düşündüğümde, o hüzünlü fotoğrafın anlamını keşfettim. Yani bizim yerimize üzülen, korkan, endişe eden bir Zat olduğunu anladım…

BEDİÜZZAMAN’IN VERDİĞİ İLAÇ, HER BÜNYEYE UYGUN GELİR

Hatta Urfa’da Halilür-rahman Dergâhındaki yıkılmış mezarı da ziyaret edince bu fotoğrafın üstüne birde “kahr” kelimesi eklendi. Nasıl bir kahır? Benim içimde itiraf edilmemiş, gün yüzüne çıkmamış bir sevgi zaten vardı. Fakat Bu Zatı yakından tanıyıp anlayınca, ülkem hakkında bir kahır oluştu ben de. Yani Bu ülkede böyle büyük Zatlara büyük eziyetler çektirilmiş.

Hadi siyasal anlamda özellikle son otuz sene içinde, insanlar çok büyük eziyetler gördü, yaşadı. Bunların hepsi siyasi olaylardı. Fakat beni en çok etkileyen şey, Bediüzzaman’ın sivil olması ve siyasi olmaması kendisini tabu yapmamasıdır. Buna rağmen ona çok büyük eziyetler edilmesine çok kahroluyorum.

Bütün pozitif bilimleri korkunç düzeyde anlayan ve bunlara dayanarak konuşan büyük bir Zat… Mesela bazı insanlar bir tezi savunur ama başkaları o tezi yüz defa çürütür… Hoş gibi görünür, fakat geçerli olmaz. Bediüzzaman'ın fikirleri böyle değil… Ondaki en önemli özellik verdiği ilacın alan kişide rahatsızlık, hazımsızlık meydana getirmemesidir, her bünyeye uygun gelmesidi.

*Mardin'e bağlı Nusaybin’de doğdu. İlk, orta okul ve liseyi Nusaybin’de tamamladı. Üniversiteyi Türk Dili Edebiyatını okuyarak bitirdi. Hayatının önemli kısmını Kültür-Dil ve Edebiyat çalışmalarına harcadı.
Ankara’da yaşıyor. Yayıncılık ve prodüksiyon faaiyetiyle iştigal etmektedir.

Yayın Tarihi : Kaynak :