Ropörtajlar

KÜRT SORUNU ÇÖZÜM SÜRECİ

Hür Bakış internet sitesi için                                                                                                       

29.05.2013

 

1-      Çözüm sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Elbette ki çözüm sürecini büyük bir önem ve dikkatle değerlendiriyorum. Geçmiş tüm hayatımızı ilgilendirdiği gibi, bugünümüz ve yarınımız için hayati öneme sahiptir. Kendimi bildim bileli Kürt, Kürdistan sorunu, davası, mücadelesi, hak talebi ve bu davanın beraberinde getirdiği ağır sorunlarının ve etkilerinin öznesi, şahidi ve etkileneni oldum. Bu olgu, ruhsal ve düşünsel hayatımızın tüm zerreciklerine işlenmiş. Bu nedenle Çözüm süreciyle ilgimi en başta belirtmek istiyorum.

Bu süreç umut veriyor mu, verimli mi, başarıya ulaşacak mı sorularının yanıtına gelecek olursam; açık ve net olarak hemen şunu belirteyim: Zaten adı üstünde bu bir süreç. Akşamdan sabaha çözülecek bir sorun değil. Giriş önemli ama girişin sağlam, makul, güvenilir olması lazım. Biraz da altıncı hissimize hitap etmesi gerekir. Çözüm sürecinin giriş faslı, benim altıncı hissime hitap etmiyor. Girişinin sağlam ve güvenilir olduğuna inanmıyorum.

Ak Parti hükümeti bu süreç başlamadan çok kısa bir süre önce tam tersi argümanlar kullanıp bazen fevri çıkışlar yapıyordu. Örneğin, Başbakan Kürt sorununun artık kalmadığını, çözüldüğünü dillendiriyordu. Zaman zaman idamdan söz ediyordu. Anayasa ve yasal düzenlemeler için bir gayret ve aciliyet içinde görünmüyordu. Zaman çok heba edildi. Bu sürecin başladığını istihbari kaynaklardan sızan haberlerden duyduk. Yani ani ve çok gizli kapaklı bir sunuş, başlangıç yapıldı.

İmralı adasına, Öcalan’a kimlerin gideceği v.s gibi konular bile iki tarafın bana göre ciddiyetini ele verdi.

Süreci ikiye ayırıyorum:

a-Kanın ve şiddetin durması: Bu açıdan süreç olumludur. İnsan, doğa ve toplum her gün iki tarafın acımasız yöntemleriyle tahrip ediliyordu. Bu acımasız ve insafsız ortamın barışa evirilmesi nedeniyle süreç olumludur.

b-Kürt halkının hak ve özgürlük taleplerinin karşılanması: Hak ve özgürlükler ancak yasal ve anayasal değişikliklerle gerçekleşir. Bu hak ve özgürlüklerin kalıcı olmasının yegane teminatı anayasal güvencedir. Oysa hükümetin anayasa değişikliği için sergilediği ciddiyet, çaba ve uzlaşma kültürü ortadadır. Bence niyeti yok. Bu konuyu sürüncemede bırakıp halkı kendi yazacağı anayasal metne mecbur bırakıp topu taca atmak istiyor. Yarım yamalak bir anayasal değişikliği referanduma sunarak “yetmez ama evet” tercihini kurnaz bir şekilde tekrarlamak istiyor. 

Sonuç olarak, çözüm süreci hakkında çok net ve kesin olarak kanaat belirtmemekle birlikte, kaygılarımı da ifade etmek istiyorum. Yani en az üç-beş izledikten sonra daha rahat değerlendirme yapabiliriz.

2-      Akil insanlar Projesi’nin çözüm sürecine etkisi nedir sizce?

Bu projeyi biçimsel, dostlar alışverişte görsün zihniyetinin ürünü olarak görüyorum. Elbette akil adamlar emek ve zahmet içerisindedirler. Yoğun bir enerji harcıyorlar. Ama hükümetin planlayarak, tasarlayarak, büyük bir önem vererek böyle bir projeyi oluşturduğunu sanmıyorum. Bu proje başlamadan evvel, başbakan birçok yazarçizer ve aydını haşladığına tanık olduk. Neredeyse fikri olanlar açıklamaktan çekinir korkar hale gelmişti. Böyle bir ortama doğru giderken birdenbire çözüm süreci ve akil adamlar projesi oluştu. Tutarlılık ve güven unsurları eksiktir.

Hükümet akil adamların bildiğinden fazlasını biliyor. Başbakan isterse akil adamların önünü açabilir. Kendine yakın medyayı harekete geçirebilir. Kürtlere uygulanan katliamları, Kürtlerin hak ve özgürlük gaspını yoğunca işleyerek sorunun çözümünün önünü açabilir. Kürtlerin dışında kalan kamuoyunu hazırlayabilir. Nihayetinde Kürt kamuoyu korucular dahil bu sürece açıktan itiraz etmediler. Bana öyle geliyor ki Kürt sorunu değil de PKK sorunu, silahların teslimi hedefleniyor. Eğer niyet buysa ileride bizi daha büyük kaoslar bekliyor.

Akil adamlar projesi olumlu ve önemli bir projedir. Ama güçleri, enerjileri, yapacakları çok sınırlıdır. Çözüm sürecine karınca kararınca bir katkıdır diyebilirim.

3-      PKK silahları ebediyen nasıl gömebilir, bunla ilgili PKK ve devlete düşen sorumluluklar nelerdir?

Silahların ebediyen nasıl gömüleceğini bilmiyorum. Bu soruya Abdullah Öcalan, KCK Başkanlık konseyi v.s yanıtlayabilir. Silahı alırken anket yapmadılar ki bırakırken anket yapsınlar. Bence örgütün lideri ve merkezi kadroları kendi grup ve şahsi hedefleri gerçekleşmeden silah bırakmazlar. Yani silahların bırakmaları doğrudan Kürt hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınmasıyla ilintili değildir. Daha çok örgüt ve şahsi çıkarlarıyla ilintilidir.

İşin bir tarafı da şudur: PKK 1976-1977’lerden beri büyük hedeflerle yola çıktı. Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan projesi için büyük bir ajitasyon ve propagandaya girişti. Bu fikri bir mukaddesat haline getirdi. Bu fikrin dışında fikir ileri sürenler hain, “tırşıkçı”, işbirlikçi, Kemalist, reformist, kaçkın, küçük burjuva, otonomici, federasyoncu ve benzeri nitelendirmelerle suçlandı. Hatta tıpkı kendileri gibi Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan idealini savunanlar bile hemen silaha başvurmuyorlar veya silaha başvurmaya niyetleri yok biçiminde suçlandılar.

Öcalan bu suçlamalarla birçok rakip Kürt örgütünü suçladı, anti propagandalarını yaptı. Kimilerine karşı şiddet uyguladı. Kendi içinde de bazı yönetici ve kadroları; bahsedilen çizgiden ayrılıyor, bu çizginin dışına çıkıyor, reformist ve benzeri suçlamalarla cezalandırdı. Bir çok kişi infaz edildi, kaçırtıldı.  

Oysa, sonuç ortada. Bunun için bir özeleştiri ve yüzleşme de yaşanmadı. Öcalan ve çekirdek örgüt merkezi her halükarda dört ayak üstünde. O zaman kendi fikirlerine karşı çıkanlar da hain ve işbirlikçiydi, şimdi de karşı çıkanlar aynı şekilde suçlanıyor. Oysa şunu diyebilirlerdi. Ey Kürt anaları, babaları, kardeşleri, ağabeyleri, cümle Kürtler! Biz çocuklarınızı muhayyel bir fikir uğruna ölüme gönderdik. Şöyle veya böyle biz başaramadık. Özür dileriz. Bari bundan sonra çocuklarınızı ölüme göndermeyelim. Madem bu saatten sonra ölüme gönderilecek her Kürt kızı ve oğlu Türkiye’nin demokratikleşmesi, Ekolojik ve Demokratik Toplum için olacak. O halde, Ekolojik ve Demokratik bir Toplum için can vermeye gerek yok, biz kalemle, fikirle mücadele edeceğiz demeleri gerekirdi. Bunu 1999 yılında zaten Öcalan açık ve net söyledi.  Bana on tane Kürdistan verseler bile ben istemem, silahı, şiddeti red ediyorum dedi.

Hadi diyelim kuruluşundan 1984 ve daha sonrasına dek Türkiye’de faşist ve cunta vardı, dünya koşulları farklıydı. O zaman Kurtuluş mücadeleleri silahlıydı. Dünyada iki kutup vardı v.s PKK bağımsız bir devlet savunuyordu ve PKK hasbelkader silaha başvurdu ve binlerce insan canını yitirdi. Sosyolojik, siyasal ve benzeri açılardan o süreçleri tahlil edebiliriz, anlamaya çalışabiliriz. Belki o süreçlerin aktörlerini niyetlerinden ayrı değerlendirebiliriz. Ama 1999 yılında Öcalan onlarca manifesto ve benzeri tuğla büyüklüğünde kitaplar yazdı İmralı adasında. Bunların hepsinde Demokratik Cumhuriyet, Ekolojik Toplum, Konfederal Topluluklar gibi modeller önerdi. Bu Konfederal modelde kesinkes “devlet” fikri red ediliyordu. Kürtlere federasyon ve benzeri modeller isteyenler “İlkel Milliyetçi” olarak nitelendiriliyordu.

Bu fikirlere rağmen silahlar bırakılmadıysa, hala binlerce Kürt genci ölüme gönderildiyse; vicdan sahibi insanlar elbette artık niyetleri okuma ve sorgulama hakkına sahiptirler. Eninde sonunda elbette ki bir gün tarih ve insanlık vicdanı bu çelişkili durumu değerlendirip mahkûm edecektir.

Sanırım PKK lideri, çekirdek merkez kadroları bu özeleştiri ve yüzleşmeyi yapmadıklarından dolayı büyük bir yükün altındadırlar. Yüz bine yakın ölüm, yüz binlerce işkence görmüş beden, binlerce yakılmış, virane köy, milyonlarca göç, acı, gözyaşı ve trajedi. Tüm sorumlusu sistem mi?

Bence silah bırakmamanın en dayanılmaz ağırlığı ve sorumluluğu Öcalan’a ve merkez yönetimine yöneltilecek bir soru, uzatılacak bir parmak ve fırlatılacak bir bakışın korkusudur. Mesela bir Kürt gencinin yaşlı annesi şu soruyu sorabilir: Oğlumu neden ölüme yolladın. Bir yaşlı baba şunu sorabilir: Kızımı devlet öldürmedi, kızımı siz öldürdünüz, cesedi nerede? Bir Kürt genci sorabilir: Köyümüzü devlet yaktı, işkence gördüm, ailemizin bazı fertlerine JİTEM tecavüz etti. Bunların tümü Konfederal sistem için mi, ekolojik toplum için mi, demokratik cumhuriyet için mi?

Ama eğer Öcalan ve örgütün çekirdek merkez kadroları özeleştiri yapıp Kürt halkından özür dileselerdi rahatlayıp silahları daha rahat bir şekilde teslim eder; belki de gönül rahatlığı içinde siyasal mücadele edebilirlerdi. Şu an kanın sesi herkesi rahatsız etmektedir. Çözümü zorlaştıranlar, silahın devamını isteyenler kulaklarına gelecek, beyinlerini zangırdatacak kanın sesini silah sesi ile bastırmak istiyorlar.

Türkiye derin devleti, buna bilerek veya bilmeyerek alet olan PKK lideri ve merkezi derin yönetimi ve 2002’den beri ülkeyi idare ederken şahsi çıkarları için Kürt sorununu sürüncemede bırakan bazı sermaye sahipleri, buna ortak olmuş bazı siyasetçiler “dökülmüş kanın sesi”nden çok çekiniyorlar. Roboskê’de katledilenlerin çığlıklarını duyan iki tarafın müm’in, imanlı, vicdanlı ve insan olabilmişleri ya silahın sesini bastırıp barışı egemen kılacak; yada kanın sesinden, Roboskê’nin çığlıklarından korkan iki tarafın suçluları bu süreci bozup tekrar silahların sesini hakim kılacak. Bekleyip görmemiz lazım.

 

4-      Kürtlerin anadilde eğitim talebi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kürtlerin en önemli, vazgeçmeyecekleri yegane talep anadilde eğitim talebidir. Bu talep yerine gelmezse, sorun başa döner. Bu konuda uzun söze gerek yok. Kürtlerin bir varlık, “mahluk” olarak gelecekte nesillerini sürdürebilmeleri için bu talebin karşılanması gerekir. Aksi takdirde zulüm ve asimilasyonu meşrulaştırmış oluruz.

5-      Kalıcı bir barış ve huzur ortamı için nasıl bir anayasa yapılmalı?

Anayasa uzmanı değilim. Ama ilk etapta aklıma gelen 1921 anayasasıdır. Bu anayasaya çok vurgu yapılıyor. Bence özellikle millet kavramı, Kürt halkının kendini yönetme ve kültürel taleplerinin karşılanması hususunda o anayasadan istifade edilebilir. Yeni anayasada millet tanımı Türkiye toplumunun tümünü kapsamalı, kucaklamalıdır. Irkçı ve ulus devletin asimilasyoncu maddeleri yer almamalıdır. Din, etnisite ve benzeri konularda devlet nötr olmalıdır. Her cemaat, mezhep, millet inançlarını, dilini ve diğer hususiyetlerini dilediği gibi geliştirme, yaşama özgürlüğüne sahip olmalıdır. Anadilde eğitimin önü açılmalıdır. Ülkenin idare şekli bölge meclislerine, yerel meclislere icazet vermelidir. Belki bu durum Yerel Yönetimler yasasıyla ifade edilebilir ama anayasada bunu engelleyen maddeler yer almamalıdır.

 

Yayın Tarihi : Kaynak : http://hurbakis.net/